Tuesday, October 6, 2015

Bozcaada - Yine gelelim!


Şehirden uzakta ve tatilde olduğumu daha iyi anladığım için ada tatillerini çok seviyorum. Bozcaada rum dokusu, üzüm bağları ve muhteşem denizi ile o kadar güzel karşılıyorki gelenleri daha dönmeden yine gelelim diye düşünmeye başlıyorsunuz.
                               Ara sokakları gezerken denk geldiğimiz şahane kabak lambacısı :) Atölye Kargabak


Konaklama olarak bookingde merkeze yakın onlarca alternatif var. Bizim kaldığımız otel Ela Tenedos 2013 yılında faaliyete girmiş. Merkeze 3-4 dakikalık yürüme mesafesinde, dekorasyonu şık, tertemiz ve terası / bazı odaları deniz manzaralı. Sabah kahvaltısı otelin terasında veriliyor, ev yapımı reçelleri (özellikle gelincik ve kabak reçeli) sabah sabah serotonin etkisi yaratıyor J Otelin hemen yukarısında arabanızı bırakabileceğiniz belediye otoparkı var. Yaz döneminde merkeze motorlu araç almıyorlar. Zaten adanın merkezi küçücük olduğu için araca gerek yok, yürüyerek tüm ara sokakları gezebilirsiniz. Adanın en bilinen otellerinden biri de Otel Kaikias. Otelin sahipleri Bozcaadalı mimar bir çift, önünde otele ait bir plaj var, kale manzarasına hakim, yeni açılan restoranı Insulares de iddialı ve denenesi.
                          Ela Tenedos otelin terastan ve odamızdan ada manzarası

Adanın denizi muhteşem, tertemiz. Deniz için en çok tercih edilen yer Ayazma plajı, kumu açık kahve tonunda ve yumuşacık, pırıl pırıl parlıyor. Deniz kıyısı boyunca belediyenin şezlong ve şemsiyeleri var, 2015 yaz sezonu için günlük 20 TL’ye kiralayıp kullanabilirsiniz. Plajın üst tarafında ve yan tarafında birkaç tane restorant var, bizim favori mekanımız Ayazmanın sonundaki Vahit’in Yeri oldu. Yemek ve içecek alternatifi bol; balık, et, tavuk, mantı, çiğ börek, zeytinyağlı mezeler, tatlılar, meyveler, içecekler her şey var.




Ayazma dışında bir diğer şahane deniz de Habbele koyu. Tesis olarak Mitos Beach var ancak plajı Ayazma kadar geniş olmadığı için özellikle haftasonları rezervasyonsuz giderseniz şezlong bulma ihtimali pek yok. Müzikler güzel, bohem bir ortam var J 2015 yaz sezonu için 2 kişi şezlong + şemsiye 36 TL.

Ayazma plajından hemen sonraki koy Sulubahçe ama burada şezlong vs olan bir tesis yok. Kendi kamp sandalyeniz, şemsiyeniz varsa günü geçirebileceğiniz sakin bir yer.

Deniz dönüşü en güzeli ise; akşam üstü sevgiliyle birlikte üzüm bağlarının arasından geçerken en sevdiğiniz şarkıyı bağıra çağıra birlikte söylemek J
 


Adanın en meşhur pastanesi Çiçek Pastanesi olsa da adanın meşhur ürünü olan sakızlı kurabiyeyi Veli Dede’de yemelisiniz. Hem sakızlısı hem tereyağlısı şahane!


Adaya özgü en meşhur yiyeceklerden biri de  Alishiro adıyla tanınan Ali Kader Erol’un ekmekleri. Özelliği taş değirmenlerde öğütülen Anadolu buğdaylarından yapılması ve ekşi maya ile yoğurulması. Yanınızda götürmek için merkezde yer alan Alishiro Fırın’dan beğendiğiniz ekmeklerden satın alabilirsiniz, internet üzerinden de satışı var.  (https://alishiro.com/) Bu arada Ali Kader Erol’un ortağı ile birlikte işlettiği Patiska Bağ Evi’nin kahvaltısında da bu ekmekleri tatma şansınız var.  


Ara sokaklarda yürürken şarap fabrikalarından yükselen koku ile yerel şaraplar çok cezbedici. Hepsinden deneyip dönüşte birkaç şişe zula yapmakta fayda var J Adanın en bilinen markaları Corvus, Yunatçılar, Talay ve Ataol.

Akşamları adanın merkezi çok hareketli. Onlarca meyhane arasında en popüler olanlar Battı Balık, Asmalı ve Cabalı ama bence sokak aralarında dolaşırken müzikleri ve mezeleri sizi cezbeden herhangi bir meyhaneye oturursanız ada keyfini yaşayabilirsiniz. Bizim denediğimiz Kapı 14 nispeten biraz daha sakin bir uçtaydı ve gayet lezzetli ve keyifliydi. Merkezin dışında limanda da çok sayıda restoran var. Buradaki tercihimiz ise Ayvalık’ta kaldığımız otelin sahibinin tavsiye ettiği Yakamoz Restorant oldu. Tam denizin kenarında, mis gibi ada havası... Sevgiliniz yanınızdaysa; meze, rakı, taze balık da varsa daha ne istenebilir ki!


Akşam yemeğinden sonra gidilmesi gereken tek mekan Bakkal Bar. Çınaraltı’nın önünden yürüyüp karşıya devam edince tam karşınıza çıkıyor. Müzikler, ışıklar tam o saatte ihtiyacınız olan ortamı sunuyor size, tek problem gittiğiniz döneme göre biraz fazla kalabalık olma ihtimali var.



Adanın diğer güzelliklerinden biri de Polente Feneri’ne doğru gidip rüzgar güllerine bakan bir yamaçtan güneşin batışını izlemek. Sevgilinizle bir şişe ada şarabını da yanınıza alırsanız tadına doyum olmaz.

Her gidenin neden bu kadar bayıldığını anlamak için adaya ayak basmanız yeterli, gerisi kendiliğinden geliyor zaten. Mevsimsel olarak sakin dönemlerine denk getirmek kaydıyla bizim için favori mekanlar arasındaki yerini aldı Bozacaada!

Wednesday, September 30, 2015

Ayvalık – Cunda

3 senedir gitmeye niyet etmemize rağmen hep son anda karar değiştirip bir anda kendimizi Kaş’ta bulmamız nedeniyle anca bu sene keşfedebildik Kuzey Ege taraflarını.  Ayvalık diyince ilk akla gelenler; zeytin ve zeytinyağı, soğuk deniz, Cunda ve Cunda kedileridir muhtemelen. Gerçekten de en huzurlu ve mutlu yaşayan canlılar kedilerdi; karınları tok, günün yarısından çoğunda uyuyorlar, uyanınca da adaki hareketli yaşama müdahil olup adanın keyfini çıkarıyorlar J



Konaklama olarak bizim tercihimiz Cunda yerine Ayvalık merkezde limana yakın bir otel seçimiydi ki 12 günlük tatilimizin en keyifli oteli oldu. Egesade Hotel Ayvalık’taki konumu itibariyle  hem Cunda hem de Sarımsaklı ve Badavut plajlarının ortasında bir yerde. Arabanız varsa otelin hemen yanında anlaşmalı otopark var, arabasız gittiyseniz de otelin önündeki ana caddeden sürekli geçen dolmuşlarla istediğiniz yere gidebilirsiniz. Otelin konumunun yanısıra personelinin ve otel sahibinin ilgisi, otelin dekorasyonu ve temizliği, kahvaltısı beklentimizi fazlasıyla karşıladı. Özellikle kahvaltıdaki lor peyniri ve reçeller, pazardan alınmış taze meyveler, türk kahvesi ikramı güne harika başlamanızı sağlıyor.





Kuzey Ege’de deniz diğer yerlere göre soğuk olduğu için gitmeden herkes “denizi buz gibidir!” dediği için kendimizi hazırlayıp gitmiştik ama belki havanın çok sıcak olması nedeniyle bize söylendiği kadar soğuk gelmedi. Ayvalık’ta denize girilecek iki tane plaj var, Sarımsaklı ve Badavut. Sarımsaklı’da oteller, otellerin plajları ve halk plajı mevcut. Biz daha sakin olan ve Sarımsaklı’dan hemen sonra gelen Badavut plajını tercih ettik. Burada da yan yana özel plaj işletmeleri var, hoşunuza giden birinde tüm günü geçirebilirsiniz.


Ayvalık’ta 1 günü de tekne turuna ayırırsanız çok güzel koyları gezebilirsiniz. Tekne turlarının da müzikli / çılgın eğlenceli (!) ve sakin versiyonları mevcut J Biz tabi ki en sakin tekneyi seçtik. Tekne turu düşünürseniz Sarımsaklı veya Cunda yerine Ayvalık limandaki teknelerden birini ayarlamanızda fayda var. Genel olarak Cunda’nın denizi temiz ve girilebilir değil ama adanın arka tarafında kalan Ortunç koyu tertemiz ve sakin. Tekne bu koya mutlaka uğruyor zaten ama bir günü de burada geçireyim derseniz kamp alanları vs. var koyda.


Cunda’da akşam olunca yapılması gereken tek şey onlarca meyhane arasından müzik ve meze olarak kendinize hitap eden bir yer bulmak. Liman tarafında yanyana dizilmiş çok sayıda mekan içerisinde en popüler olanlarından biri Bay Nihat Cunda. Biz içeri tarafları gezerken hoşumuza giden Atala’nte Yalço’nun Yeri’nde oturduk, mezeler güzel müzikler keyifliydi. Meyhane dışında başka alternatifler de var tabiki; özellikle şarap severler için Vino Şarap Evi müzikleri, ambiansı ve şarapları ile saatlerce oturulası bir mekan. Ada’nın bir başka ritüeli de Taş Kahve’de türk kahvesi içmek ve lokma tatlısı yemek olduğu için geceyi burada tamamlayabilirsiniz. J Cunda’da ayvalık tostu yiyecekseniz Liman’daki Dede’nin yeri tercih edilebilir ama bizim tercihimiz tavsiye üzerine gittiğimiz Ayvalık’taki Sultan Büfe oldu.




Ayvalık’taki bir diğer ritüel de Şeytan Sofrası’nda gün batımını izlemek. Güneş batmadan yarım saat önce yoğun araç trafiğini takip ederseniz sizi Şeytan Sofrası’na götürür zaten J
Meyhane denince herkesin aklına Cunda geliyor ama biz hayatımızda yediğimiz en lezzetli mezeleri Ayvalık’taki Tenekeciler Çarşısı’nda yer alan 20 yıllık işletme Tik Mustafa’nın yerinde yedik.  Biz de tavsiye üzerine gittiğimiz için bilmeyen birinin keşfetmesi zor bir yer ama bir kere gidince de keşke hep buraya gelseymişiz dedirtiyor. Rezervasyonsuz yer bulmak zor, o yüzden gitmeye niyet ederseniz mutlaka gündüzden yerinizi ayırtın. Özellikle Ankara ve İstanbul’da yüklü hesaplar ödemeye alışmış bizler için en büyük süprizi de hesap gelince yaşıyorsunuz J Ayvalık’taysanız mutlaka bir akşamı burada geçirmeli.





Son olarak da zeytin ve zeytinyağı alışverişi yapmak isteyenler için Özgün Zeytinciliği önerebilirim. Tatilde yanınızda taşımak istemezseniz kargoyla adresinize gönderiyorlar.
Badavut plajı, tertemiz denizi, sakinliği, meyhaneleri ve ara sokakları ile tekrar tekrar gidilesi Ayvalık...

Sunday, February 15, 2015

Adana

2010 yılında geçmişimize ait ne varsa uzakta bırakıp yerleştiğimiz bu şehir ön yargıları öyle güzel kırdı ki; 4 sene sonra “hadi başka şehre gidiyorsunuz” denildiğinde doğup büyüdüğümüz memleketimize tercih ettiğimiz bir yer oldu bizim için. Öyle ki yıllık izinlerde, hatta 2 günlük hafta sonu tatillerinde sürekli Adana’ya gidebilme fırsatlarını kovalıyoruz J Adana büyük şehirlerden biri olmakla birlikte insanı yoran, bunaltan bir yanı yok; İstanbul & Ankara gibi kargaşası, insan kalabalığı yok; hiçbir şeyden mahrum olmadığın gibi birçok güzelliğin de en yoğun yaşanabildiği yer. Tek problem Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarındaki normal ötesi sıcağı olabilir ama bunun tesellisi de Ocak ayında balkonda kahvaltı edebilmek ya da bütün ülke karlar altındayken Karataş – Harbiş’te deniz kenarında balık yiyebilmektir. Ben sıcak hava insanı olduğum için 40 derece sıcaklıkları tolere edebiliyorum ama 30 dereceyi görünce bayılan insanlara da saygım var J Neticede bütün şehir klima kuşatmasında olduğu için yazın kapalı alanlarda oturup dışarılarda çok dolaşmadıkça o kadar da sorun olmuyor.

Adana’da doğup büyüyenler dışında şehre çalışmak ya da okumak için sonradan gelip gitmek istemeyenlerin sayısı da oldukça fazla. Adana’ya ilk taşınacağımız dönemde “alıştıktan sonra ayrılmak istemeyeceksiniz” laflarını çok ciddiye almamıştım ta ki 2014 yılında kendimi aynı cümleleri başkalarına kurarken  bulana kadar J

Neden, niçin, nasıl? Şöyle ki:
 
  1. Kebap cenneti olduğu konusunda herkes hem fikir zaten. Şehre ilk gidişimde uçaktan iner inmez, daha havaalanından çıkmadan, kebap kokularının etrafı sardığını hatırlıyorum. Bu kendimi şartlamam sonucu bilinç altımın bana bir oyunu mu acaba diye düşünmüştüm hatta, ama sonra anladım ki bilinç altımla alakası yok, şehrin gerçeği bu J Özellikle pazar günleri piknik alanlarının Google Maps’tan görüntüsünü çok merak etmişimdir, gölün etrafı muhtemelen mangal dumanları altında olduğu için kuş bakışı görünen tek şey toz bulutudur! 
  2. Karasal iklimde büyümüş bir İç Anadolu insanın en büyük hayali su kenarı olan bir şehirde yaşamaktır. Adana hem baraj gölü hem de Yumurtalık ve Karataş olmak üzere denize kıyısı olan ilçeleri ile benim su görme ihtiyacımı fazlasıyla karşılıyor. Ayrıca otobandan maksimum 1 saatlik yolculukla Mersin Marina’ya gidip, deniz kenarında kahvaltı yapabilir veya akşam üstü denize karşı biranızı içebilirsiniz.
  3.  Ziyapaşa Caddesi’nde birçok kafe, restoran ve mağazalar arasında açık hava turu atılabilir. Bence en güzel kısmı da cadde ortasındaki palmiyeler :)
  4. Yeme – içme – eğlence anlamında fazlasıyla alternatif mekan var, hatta her gittiğimizde yeni açılan 2-3 tane güzel yer keşfediyoruz. O yüzden burada yazacağım mekanların güncelliğini yitirmesi an meselesi.
  5. Son birkaç yıldır Nisan ayının ilk haftasında Portakal Çiçeği Festivali düzenleniyor. Bahar mevsiminin başında turunç ağaçlarının çiçeklerinin açması ile bütün şehri serotinin etkisi olan muhteşem bir koku kaplıyor. Hem festival eğlencelerini görmek hem de bu kokuyu deneyimlemek için herkesin en az bir kere bu tarihte Adana’da olması gerekiyor.
  6. Şehrin genel havası “kollarını açıp bekleyen biri” gibi geliyor bana. Adana’ya gidip de kendini mutlu edecek en az bir şey yaşamadan dönüleceğini sanmıyorum.
  7. Coğrafi konum olarak Antep, Hatay, Mersin gibi şahane şehirlere yakın olması nedeniyle hafta sonları lezzet turları yapılabilir.

Favori mekanlarımı da kısaca yazayım ama yukarıda da belirttiğim gibi Adana çok dinamik bir yer, sıralamalar, tercihler hızla değişebiliyor:

Kebap için (bu arada bunlar tamamen kişisel tercihler, Adana’da 10 kişiye sorun 10’u da başka kebapçı tavsiye eder J):

*Kebapçı Adil (merkezdeki değil de Yüreğir tarafındaki şubesi). Bana göre adana kebabı (Adanaca söylersek “kıyması”) en lezzetli burada yapılıyor. Kendi yapım şalgamları da şahane.
 

*Koço. Fuzuli Caddesi’nde Merkez Parkı’nda karşısında. Adana’nın eski kebapçılarından, dekore edilen binasında tarihi bir hava var, ama asıl özelliği sokağa koyduğu masalarda servis yapması. Fonda mekan sahibinin tercihine göre çalan değişken müzikleri dinleyerek, sokak ortasında kebap yiyip rakı içebilirsiniz J

*Kebapçı Mesut. Adana’daki en salaş ve en lezzetli kebapçılardan biridir. Gittiğinizde birçok ünlünün fotoğrafını duvarlarda görürsünüz zaten.

*Ciğerci Bedo. Adından da anlaşılacağı üzere ciğeri popüler, 24 saat açık olması nedeniyle her daim kalabalıktır.

*Elem Restoran. Çukurova tarafındaki 2. şubesinde değil de Karataş yolundaki ilk şubesine gitmeli. Buranın muhteşem lezzetleri de kuyruk altı ve pastırmalı humus! Özellikle humusu yedikçe yiyesiniz geliyor.

*Bir de tantuni sevenler için Mersin menşeili olan Göksel Tantuni’ni şahanedir.

Cafe / Restorant:
*Bu alanda da yazılabilecek bolca mekan var ama bizim için HIMYM dizisindeki MacLaren’s Pub gibi olan, herkesin buluşma noktası Ziyapaşa MAKİ tek alternatif. Müzikleri, yemekleri, kokteylleri ve işletmesi şahane mekan. Son zamanlarda Sushi’yi de menüye ekleyip Maki Sushi adı altında harikalar yaratmaktadır, mutlaka denenmeli!

*Diğer önerilerim ise Ziyapaşa’da yer alan Cosecha (şarap mahzeni iddialı) ve The North Shield Pub (bahçesi keyifli) olabilir.

Hamburger - Sandviç:
*Kazım Büfe – Yengen, atom ve efsane muzlu süt
*Cozy Burger & Steak
*Tiko Burger
*Volkan Büfe – Biftek sandviç

Tatlı (şerbetli tatlılar):
*Köse
*Seç (Gaziantep markası. Özellikle katmeri denenmeli, kahvaltı niyetine :))

Park:
*Merkez Park (Sabancı Cami’nin de içerisinde yer aldığı devasa yeşillik)


*Bir diğeri de şehir merkezindeki Atatürk Parkı

Göl / Deniz kenarı:
*Karataş – Harbiş’de Balıkçı Selahattin Şaş. Görebileceğiniz en salaş ama konum olarak da en muhteşem manzaraya sahip balıkçılardan biri. Mekan sahibi kendisi tutuyormuş balıkları, artık gittiğiniz gün şansınıza ne gelirse J


*Yumurtalık’ta Mesut’un Yeri
*Göl kenarındaki mekanlar, sıkma ve gözleme

Şimdi bu yazıyı okuyanlar diyecek ki nereyi anlattın sen? J Doğrudur, Adana’nın benim üzerimdeki etkisi normalden biraz fazla, o yüzden herhangi bir yurtdışı gezi yazısından daha fazla heyecan duyuyorum söz konusu Adana olunca. Bitti sayılır, şimdilik... J

Bartın // Amasra

Batı Karadeniz’de yer alan şirin bir sahil kasabası. En güzel yanlarından biri Ankara’dan arabayla 3,5 saatte ulaşılabiliyor olması. Ankara – Amasra yolunda ağaçlar arasından geçen yolu tercih ederseniz daha gideceğiniz yere varmadan yeşile doyabilirsiniz.


Hava güneşli ve açıksa Ankara ve İstanbul’dan günü birlik akın eden bir kalabalık olabilir! Bana göre günü birlik gidip dönmek yerine 1 gece konaklanması lazım ki gezip görülecek yerler bittikten sonra keyifle balık yemek için yeterli vakit olsun. Amasra, Küçük Liman ve Büyük Liman olarak ayrılıyor. Ayrılıyor derken hepsi iç içe zaten J


Buraya gidiş amacımız kültür turundan ziyade; deniz havası almak, kafamızı dinlemek ve güzel balık yemekti. Tam beklentilerimizi karşılayan bir hafta sonu oldu.

Konaklama konusunda sıkıntı yaşanacağını sanmıyorum çünkü küçük küçük birçok pansiyon var. Eğer çok kalabalık bir dönemde gitmiyorsanız rahatça yer bulunabilir. Biz Küçük Liman tarafında Deniz Motel’de kaldık. Temiz, denize sıfır ve çok merkeziydi.

En taze balığı en güzel manzara eşliğinde yemek için tercihiniz Mustafa Amca’nın Yeri – Canlı Balık Restoran olmalı.



Kalan vakitte Çekiciler Çarşısı, Amasra Kalesi, Kilise ve Bedesten tarafları gezilebilir.


Havası, manzarası ve taze balıklarıyla hafta sonu için tam bir kaçış noktası Amasra.

Saturday, February 7, 2015

Las Vegas

Nevada’da yer alan kumar ve eğlence merkezi! Buranın aslında çöl olduğu düşünülünce şehrin büründüğü çehre inanılmaz geliyor insana.

Eğer gece uçuşuyla giderseniz uçak şehrin üzerine geldiğinde aşağıdan yansıyan ışıltı göz alıcı düzeyde. Bütün şehir ışıl ışıl ve 24 saat aynı enerjiyi hissediyorsunuz. Havaalanına iner inmez daha alandan çıkmadan slot makinalarına kendini kaptırmış yolcuları görmeniz mümkün J

Las Vegas’ta yapılacak temel aktivitelerin başında kumar oynamak geliyor tabi ki ama onun dışında tatil ve alışveriş için de ideal bir seçim. Eğer önceden bilet alıp ayarlarsanız dünyaca ünlü birçok gösteriyi de canlı izleyebilirsiniz. Bu gösteriler dışında Bellagio Otel’in önündeki dev havuzda gerçekleşen su ve ışık gösterisi ya da The Mirage’ın volkan showu otellerde yapılan ücretsiz gösteriler olup tüm ziyaretçiler tarafından izlenebilir.


Şehirde subtropik çöl iklimi hakim olduğu için mevsim olarak yazın çok sıcak dönemler yerine bahar ayları tercih edilebilir. Gerçi nem oranı düşük olduğu için yaz aylarında da hissedilen sıcaklık termometrede görünenden daha düşüktür diye tahmin ediyorum. Ben Aralık ayında gitmiştim ve hava gayet güzeldi. Ama bahar/yaz döneminde gidilirse gündüzleri havuz kenarında geçirip akşamları kumarhaneleri dolaşabilirsiniz.

Şehrin en önemli bulvarı; üzerinde birçok resort, otel, casino ve restoranların yer aldığı ve yaklaşık 7 km uzunluğundaki Las Vegas Strip. Bizim kaldığımız Treasure Island da bu alandaydı. Aslında Las Vegas Strip’te olduğu sürece hangi otelde kalındığının çok bir önemi yok çünkü otellerin altlarında yer alan kumarhanelerin hepsi koridorlar ile birbirine bağlı. Bütün gece aynı kumarhanede vakit geçirmek yerine yürüyerek veya metro ile birçok farklı casino gezilebilir. Kumarhaneler kendi havalandırma sistemleri ve sınırsız ikramları ile içerdekilerin uyumasını bir şekilde engellemiş oluyorlar ki akış devam etsin J


Oteller arasında gezerken Venedik, Paris vs. temalı ve bu şehirlerin en ünlü turistik detaylarını içeren otelleri de görmeniz mümkün.


Freemont St ise şehrin ikinci en meşhur sokağı olup downtowndaki kumarhaneler koridorunun merkezinde yer alıyor.

Alışveriş olarak tüm lüks markaların mağazaları var şehirde ama bunun yerine  daha mütavazi bir tur düşünüyorsanız Premium Outlet Center’ı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Onun dışında Las Vegas’ın hemen dışında yer alan Fashion Outlet ve Caesars Palace içindeki The Forum Shops da alışveriş için alternatif yerler.

Şehir ziyaretçilerine hem dinlenmek, hem eğlenmek, hem de şansınızı denemek için sınırsız alternatif sunuyor! 3-4 gün boyunca her şeyi unutup şehrin ışıklarında gezinebilirsiniz, neticede:

What happens in Vegas stays in Vegas!!! J

Wednesday, October 9, 2013

İtalya

İtalya'da heryer çok görülesi ve gezilesi olduğu için 10 gün gibi kısa bir zamanda birçok yeri görme isteğiyle az uyumalı bol koşturmalı bir plan yaptık :)  Aslında İtalya, Kuzey - Güney ve Orta İtalya olarak bölerek daha planlı ve geniş zamanda gezilmeli ama mevcut çalışma temposu buna izin vermiyor maalesef...

Şehirlerle ilgili detaylara geçmeden önce İtalya'ya ilişkin genel bilgiler vermekte fayda var:


- 14:00'den sonra turistler dışında sokaklar boş, dükkanlar kapalı. Akşam üstü 4-5 gibi tekrar açılıyor
- Eğer sevgiliyle gittiyseniz akşamları sokak müzikleriyle masal ülkesindeymiş gibi hissedebileceğiniz çokça güzel mekan var 
- İngilizce konuşmaya çalışmak anlamsız, İtalyanlar bu konuda biraz yetersiz
- Tren biletlerini 1 ay öncesinden Trainitalia'nın web sitesinden alırsanız uygun fiyata bilet bulabilirsiniz. Bilet kategorileri supereco, eco, business olarak ayrılıyor ve bunlarda kendi içinde 1. ve 2. Sınıf olarak bölünüyor. 1. sınıfta deri koltuk, wi-fi, gazete servisi, yiyecek içecek ikramı vs gibi hizmetler var, daha rahat bir yolculuk istiyorsanız tercih edilebilir. Fiyatı economye göre kişi başı yaklaşık 10 euro daha fazla
- Birçok şehri içeren bir program yapıyorsanız tren garına yakın 3 yıldızlı otelleri seçebilirsiniz, erişim olarak büyük kolaylık sağlıyor. Ancak Roma için tercihim biraz daha merkeze uzak daha düzgün otellerden yana çünkü Roma'da merkeze çok yakın olmaya gerek yok, zaten tüm sokaklar görülesi her yer gezilesi
- Metro ve toplu taşımaya gerek duymadan her yeri yürüyerek gezin
- Tren garlarında metre kareye 3 dilenci düşüyor sanırım, hatta şehirler arası trenlerin içine girip not bırakarak para istiyorlar, dikkatli olmakta fayda var
- 1 hafta içerisinde 2 tane hırsızlık olayına tanık olduk, özellikle metro ve tren garlarında dikkatli olmalı
- Roma'da marketlerden içecek su almaya gerek yok, her yerde çeşmeler var ve buz gibi tertemiz su akıyor, yanınızda boş bir şişe taşıyıp her çeşmede suyunuzu tazeleyebilirsiniz
- Seyahate çıkmadan önce 22 sayfadan oluşan bir gezi rehberi hazırladım, orada yer alan bilgilerin birçoğunu aşağıda özetlemeye çalıştım ama atladığım şeyler de olabilir :)
- Bir de İtalyanlar her şeye "Prego" diyorlar :)


Milano


Konaklama olarak arkadaşımın tavsiyesi ile kaldığımız Club Hotel - 3 yıldızlı, merkez tren istasyonuna yakın, temiz, kahvaltısı Avrupa ve 3 yıldızlı oda standardına göre iyi. Tren garından yürüyerek 5 dk, Doumo meydanına yürüyerek 20 dk civarı, meydandan akşam geç vakit dönerseniz taksiyle 5-10 dk sürüyor.

Doumo meydanı şehrin merkezi. Doumo Katedrali İtalya'nın en büyük katedrali. (teras, vaftizhane ve treasure olarak gezi planı var. Terasa asansör ile çıkış 6 Euro, 250 basamaklı merdivenle çıkış 3.5 Euro. Tüm katedrali gezmek isterseniz 10-12 Euro civarı. Dış cephede hangi yıllarda restore edildiğinde dair fotolar var. Buraya askılı bluz ve kısa şort/etek ile girmek yasak, giderken yanınıza ceket gibi bir şey alırsanız iyi olur. Ya da fırsatçı satıcılardan 5 Euroya şal alabilirsiniz :) )


Vitoria Emanuel, en eski ve lüks alışveriş merkezi. Mağazalar ve restoranlar mevcut. Meydanda yerdeki boğa figürüne basıp 3 kez dönerek dilek tutuluyor. Biz yaparken gelip soranlar oldu :) Alışveriş merkezinde Louis Vuitton mağazasının yanından çıkınca "Cioccolat" dondurmacısı var (nutella şahane!). Dondurmanın üzerine ek olarak çikolata şelalesinden sos döküyorlar, çikolata tercihine göre beyaz, sütlü ve bitter olmak üzere 3 seçenek var. İçerisi Jonny Deep'in Çikolata Fabrikası filmindeki gibiydi :) Aynı gün sabah ve akşam uğradık buraya...
Alışveriş merkezinin çıkışlarından biri de Leonardo da Vinci heykelinin bulunduğu ve yüzü meşhur La Scala tiyatrosuna dönük olan meydana çıkıyor.




Via Dante ise Doumo Katedrali'nin karşı çaprazından girilen  keyifli bir sokak. Sokak üzerinde sağlı sollu restoranlar var. Sokağın bittiği yerde Sempione Parkı ve Castello bulunuyor. Park yemyeşil, bol bol yürüyüp huzur bulunası bir alan.







Bizim gitme fırsatı bulamadığımız Leonardo'nun "Son Akşam Yemeği" tablosu Milano'nun en görülesi sanat eserlerinden biri şüphesiz. Internetten rezervasyon için baktım, 3 ay sonraya yer verdi :) Ama yine de rezervasyon olamasa bile gidip kapıda bilet bulma şansı varmış.

Como

Milano Cadorna FS tren garından 1 saatte gidilen, sakin ve romantik bir yer. Tek yön bilet fiyatı 4.55 Euro, gidiş-dönüş 8 Euro. Makineden bilet alırken bize yardım etmek isteyen bir İtalyan teyze gönüllü olarak yanımıza gelip kendini parçaladı resmen. Bir kelime İngilizce bilmiyor, biz de İtalyanca bilmiyoruz ama bir şekilde anlaştık bağıra çağıra :) Gerçi o hiç yanımıza gelmese huzur içinde biletimizi alıp trene binecektik ama onun çabasını görünce git de diyemedik, neyse :)


Como'da merkeze en yakın durak Como Lago, Cadorna Tren İstasyonu'ndan bindiyseniz son durak Lago zaten. Garda inince, vaktiniz kısıtlı ise, ilk olarak finikülerle Brunate'ye çıkıp gölün ve Alplerin manzarasına yukarıdan bakabilirsiniz, manzara muhteşem. Fünikülere gitmek için tren garından sağa doğru devam edip restoranları takip ederek yürüyün, 5-10 dk içinde görürsünüz zaten. Her 30 dk.da bir var, gidiş dönüş 5.25 Euro.
Sonrasında garın sol tarafında kalan Doumo meydanına gidebilirsiniz. Katedral açıksa hızlı bir gezi yapılabilir. Milano'daki Douomo Katedrali'ne askılı bluz, kısa şort/etek ile almıyorlar ama Como'da girebilirsiniz. Sonrasında meydandan devam edip ara sokaklarda dolaşılabilir.

Gardan sol tarafa doğru ilerleyip göl kenarından yürürseniz Zafer Anıtı'nı ve güneşlenen insanları görebilirsiniz.

Eğer Como'nun incisi dedikleri Belagio'ya gitme niyetiniz varsa garın yanındaki otobüslerle 3.10 Euro'ya 1 saatte gidebilirsiniz ya da Piazze Cavour'dan kalkan teknelerle ulaşılabilir (hızlı tekne ile ulaşım 1 saatmiş, tek yön ücret 10-12 Euro sanırım). Bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için Belagio'ya gidemedik, onun yerine göl kenarındaki "Finicolare Ristorante"da oturup keyifli bir yemek yedik. (Sea food pizza ve taglietelli al pesto, filtresiz bira... Yemekler çok başarılıydı, manzara da bir o kadar şahane!)



Milano'ya dönüş için en geç tren 21:17'deydi biz gittiğimizde. Ben burası için yarım gün ayırmıştım ama planınızda Belagio da var ise tam gün ayırmak lazım rahat rahat gezebilmek için.  Doğa güzelliği insanı büyülüyor gerçekten, Milano'ya giderseniz Como'ya mutlaka 1 gün ayırın.

Portofino

Aslında Liguria kıyısına ulaşım için Genova'da kalmak daha mantıklı ama biz Como Gölü'nü de görmek istediğimiz için Milano merkezli bir plan yaptık. Milano merkez tren garından (Milano Centrale) Portofino'ya yaklaşık 2 saat 20 dakikada gidiliyor. Biletleri öncesinde Trainitalia'nın sitesinden almakta fayda var, ben yaklaşık 1 ay öncesinden almıştım tüm tren biletlerini.  (Özellikle şehirlerarası tren biletlerinde bilet kategorisine ve sınıfına göre fiyatlar değişiyor ve ucuz biletler hızlı tükeniyor)


Santa Margarita Lugano'dan tren veya tekne ile Rapollo ve Cinqueterre'ye gidilebilir. SML ile Portofino arası tekne ile 6 Euro (20 dk), otobüs ile 1.5 Euro (30 dk). 


Trenlerde 10:43, 14:26 gibi dakik varış saatleri belirtilmekle birlikte 1 saate varan rötarlar olabiliyor, aktarmalı bir tren yolculuğu planlıyorsanız aklınızda bulunsun.


Portofino küçücük bir koy. Deniz kenarında restoranlar ve mağazalar var. Deniz ağırlıklı teknelerin bulunduğu marinadan oluşuyor ve denize girilebilecek bir plaj yok. Castle Brown'a çıkıp koyun manzarası izlenebilir. Portofino'da yapılacak en güzel şey biranızı alıp bir banka oturmak ve sevgilinizle birlikte koyun keyfini çıkarmak. Denize girmeyi düşünüyorsanız en yakın plaj tren garının bulunduğu SML. Burada hem ücretli plajlar hem de halk plajı var. Deniz çok güzel, temiz ve ılık. Engelli plajı da var, bu çok hoşuma gitmişti. Özellikle yürüme engelli vatandaşlar için denize girmelerine yardımcı olacak tekerlekli sandalye uygulaması mevcut. Yemekten sonra deniz kenarındaki yolda uzun bir yürüyüş yaparak koyun keyfini çıkarabilirsiniz.


Venedik

Tren garından ilk çıktığınız andan itibaren insanı büyüleyen bir atmosferi var bu şehrin. Burayı mümkün olduğunca yürüyerek gezmek lazım ki hiçbir detay kaçmasın. Biz tren garına yaklaşık 500-600 metre uzaklıkta bir otel tercih ettik. Eşyalarımızı bırakıp San Marco Meydanı'na doğru yürümeye başladık ama haritaya hiç  ihtiyaç duyulmuyor çünkü sokaklar turist dolu olduğundan kalabalıkla beraber yürürseniz en merkezi yerlere çıkıyorsunuz. Ama biz münferit davranıp turist kalabalığından ayrılmayı tercih ettik her zamanki gibi! Ara sokaklarda kaybolarak yürümek çok daha keyifli, zaten hemen hemen her yerden San Marco'ya doğru oklar var, yani meydana çıkmamak imkansız.

Meydana doğru yürürken ara sokakta muhteşem bir pizzacı keşfettik, adı "Happy Pizza". Gerçekten yedikten sonra mutluluk hormonu veriyor bünyeye :) Celle Dei Fabbri sokağının kesiştiği yerdeydi sanırım... Lokal içkileri Bellini'yi de burada ayak üstü denemiş olduk. Tadı şampanya ile meyve suyu karışımı gibi, bana göre çok lezzetli değil ama denenebilir. Daha çok aperatif bir içki formatında.
San Marco Meydan'ı oldukça geniş, bir tarafta kilise ve çan kulesi, diğer köşelerde mağazalar ile çok canlı bir alan. Kilisenin etrafındaki resimler dikkat çekici. İsterseniz içeriyi gezebilirsiniz, girişte şal veriyorlar gerekirse. Çan kulesinden de şehre bakabilirsiniz. Meydandan sonra yine yürüyerek Rialto Köprüsü'ne vardık. Etraf yine fotoğraf çektiren turistlerle dolu, biz de onlardan biriyiz tabi :)

Venedik için en keyif aktivitelerden biri de gondolla Büyük Kanal'da dolaşmak tabi ki... Yürüyerek geçtiğiniz yerleri bir de kanalda dolaşarak görünce tekrar büyüleniyorsunuz. Ağustos ayı için gondol ücreti 80 Euro idi, 2 kişilik özel turda canlı aryalar eşliğinde geziyorsunuz ama isterseniz ticket ofislerden kişi başı 28 Euro'ya 4-6 kişilik turlara da katılabilirsiniz. Toplu turların sonuncusu 17:00'daydı. Gondol turu 30 dk sürüyor, 30 dk boyunca gülümseyerek tüm yorgunluğunuzu suya bırakıyorsunuz.



İtalyanlarla benziyoruz deriz ya hep, bunun en güzel örneğini canlı canlı yaşadık :) Gondolcu büfeyi arayıp bira siparişi veriyor, büfeci getirip kanalın kenarındaki pencerenin önüne bırakıyor, gondolcu geçerken birayı alıp parayı bırakıyor hatta 1 tane de arkadan gelen diğer gondolcu arkadaşına ısmarlıyor :) Başta anlamadım ne yaptıklarını ama olayı çözünce çok eğlendik. Biz de tam olayın olduğu yerde gondolla geçenlere el sağlayıp bira içiyorduk zaten :)
Akşam bir şeyler atıştırdıktan sonra tekrar içkilerimizi alıp San Marco Meydanı'na gittik. Meydanda etraftan gelen keyifli müziklere eşlik edip şarkılar söyleyebilirsiniz. Günün en zor kısmı meydandan kalkıp otele dönmekti sanırım. Birincisi etraf iyice kararmıştı, ikincisi sokaklar karışık olduğu için harita ile yön bulmak zorlaşmıştı, üçüncüsü fazlasıyla lokal bira denemiştik :) Neyse sonuç olarak 20 dk.lık yolu 1 saat 10 dk.da giderek otele ulaştık! Otele giderken kanal kenarında restoranların olduğu çok keyifli bir sokak keşfettik ama artık oturmak için çok geç olmuştu. Sabah erkenden Floransa'dayız...

Ek: Venedik'te 2 gününüz varsa Murano ve Burano adalarına gidebilirsiniz. Rengarenk evleri ve cam atölyeleri ile görülesi yerler.

Floransa

Şehri görünce keşke 1 gün daha kalsaymışız dediğimiz yer. Medici ailesinin etkisi her yerde hissediliyor. Özellikle tarih meraklıları için gezilecek çok yer var. Bizim zamanımız sınırlı olduğu için gezi rotamızı şöyle belirledik: The Basilica of San Lorenzo, Medici Chapels, Duomo, Piazza Della Signoria (Davud heykelinin kopyası burada), Uffizi Gallery, Basilica of Santa Croce, Ponte Vecchio, Pitti Palace, Piazzale  della Michelangelo. Bunların hepsini detaylı gezemedik tabi ki, hem zaman hem de maliyet olarak 1 - 2 tanesini seçtik. Pitti Sarayı ve Boboli Bahçeleri Medici ailesinin yaşadığı saray. Aileye ait eşyalar, kıyafetler vs bulunuyor. Boboli bahçesi yemyeşil, o kadar yorgunluğun üzerine oturup dinlenebilirsiniz. Ponte Vecchio, Arno Nehri'nin üzerinde yer alan taş köprü, Floransa'nın simgelerinden. Michelangelo Meydanı ise tüm Floransa'ya hakim manzarası ile mutlaka görülmeli, gün batımında çıkılırsa manzara daha da muhteşem oluyor.


Yürüyerek tüm şehri gezmeye çalışmanın vermiş olduğu yorgunluğun üzerine aradığımız tek şey forno (odun ateşinde pişen) bir pizzacıydı ve ayakkabı bakmak için girdiğimiz dükkanda sorduğumuz kız bize şehrin en mükemmel pizzacısını tarif etti. O kadar lezzetliydi ki, gece dönüp yine aynı yerde yedik! "Pizzeria Toto" - Via Dante Alighieri ile Via De Cerchi'nin kesiştiği noktada. Porcini mantarlı, kabaklı (kapalı), patlıcanlı, ançuezli pizzaları denedik, hepsi çok lezzetliydi! İsterseniz kırmızı ev şarabı da içebilirsiniz ama şarap çok başarılı değildi. Ev şarabı içeceğiniz asıl yerler Roma'da.

Avrupa'da en çok hoşumuza giden şeylerden biri de güzel müzik çalan bir Irish Pub'da akşam üstü oturup günün yorgunluğunu atmak. Bunun için de mekan önerim kesinlikle "The Lion's Fountain Irish Pub", bira önerim ise "Harp Lager". Gece otele dönerken Floransa sokaklarında çalan müzikler de çok keyifliydi, ertesi gün yine sabahın köründe kalkıp trene yetişmemiz gerekmese eminim sabahlayacağımız bir gece olurdu.
Dondurma için Douma Meydanı'ndaki Lindt'i öneririm. Çikolata kadar dondurmaları da başarılı. Kiliseyi karşınıza alıp sol taraftan yürüyünce ilerde solda.
Pisa

Floransa'ya geldiysen Pisa'ya gitmemek ve kuleyi elinle, kolunla, kafanla, parmağınla vs tutarak fotoğraf çektirmemek olmaz :) Kule yapıldığı yıldan beri 4,5 metre yana yatmış, diğer taraftan toprak çıkararak %10 oranında düzeltilebilmiş. 1990 yılında yıkılacak diye kuleye çıkış yasaklanmış. Kule ve meydan dışında görülecek pek bir yer olmayan ama yarım gün ayırıp görülmesi gereken şehir.



Roma

Her yer gezilesi,  her şey görülesi bu şehirde... Öncelikle benim tavsiyem konaklama olarak Termini'ye yakın bölgeler yerine yine merkeze yakın ama biraz daha dışında bir otel/ev seçmeniz yönünde. Bizim kaldığımız Hotel Villa Glori şehrin merkezlerinden Piazza Popolo ve Via del Corsa'ya yürüyerek yaklaşık 30 dk mesafedeydi ama yol keyifli ve düz olduğu için hiç toplu taşımaya veya taksiye ihtiyaç duymadık. Eğer toplu taşıma tercih ederseniz (otel Via Flaminia üzerinde) tam önünden tramvay geçiyor.


En turistik mekanlar: Vatikan Meydanı, San Pietro Bazilikası, Trevi Çeşmesi, İspanyol Merdivenleri, Colosseum ve Forum, Pantheon, Borghese bahçeleri (Villa Borghese)


Meydanlar ve caddeler: Popolo Meydanı, Alışveriş için Via Del Corso, Navona Meydanı, Trastevere bölgesi


Vatikan'ı görmek için pazar gününü tercih ettik ve tabi ki çılgın bir kalabalık karşıladı bizi! Öğlen 12'ye doğru vardık meydana, tam 12:00'da Papa çıktı. Burada bana göre en görülesi yer Sistine Şapeli. Gerçekten insanı etkileyen bir eser. Eğer ayın son pazar günü saat 12:20'ye kadar  giderseniz Vatikan Müzeleri ve Sistine Şapeli'ne giriş ücretsiz.


Vatikan sonrası arkadaşımızın tavsiyesi ile gittiğimiz dondurmacı Old Bridge şahaneydi. Vatikan'dan çıkışta sağa doğru yürürseniz biraz ilerde solda görürsünüz hemen, muhtemelen önünde kuyruk olur zaten.

Trevi Çeşmesi'ne para atma ritüeli için gündüz gittik ama buranın gece saatlerinde ışıklandırması da çok güzel olduğu için ertesi akşam meydanda oturarak manzarayı izledik.



İspanyol Merdivenleri aslında ekstra özellikli bir yapı değil ama merdivende bira içerek oturup etrafı izlemek ve sohbet etmek keyifli. Merdivenin tam karşısındaki Via Condoti caddesinde tüm lüks markaların mağazaları bulunuyor.


İtalya'yla ilgili araştırma yaparken bir blogda denk geldiğim ve gidip çok beğendiğimiz restoran "Osteria della Vite" Via della Vite'de, İspanyol Merdiveleri'ne çok yakın. Pizza ve makarnaları çok lezzetli,  ek olarak en beğendiğimiz kısmı zeytinyağlılardan oluşan büfesi. İçecek olarak ev şarapları, başlangıç olaraksa mix bruschetta ve mozzarella  çok başarılı.

Colezyuma girmek için (eğer Roma Pass'iniz yoksa) min. 30 dk.lık bir sıra bekleniyor. Colezyum'u yaklaşık 14 sene önce gördüğümde de yine aynı derecede etkilenmiştim. Yapılış hikayesini ve tarihini okuyup giderseniz çok daha ilgi çekici olur gezerken. Üst katları gezebilmek için belirli saatlerde düzenlenen özel turlara katılmanız gerekiyor. Colezyum'un karşısında Antik Roma - Forum yer alıyor. Yaklaşık 2 dekarlık bir alana yayıldığı için tamamını gezmek pek mümkün değil!

Pantheon da yine turistik ama mimarisiyle insanı büyüleyen bir bina. Tapınak olarak yapılmış ancak o dönemde din ayrımları olmadığı için herkesin ibadet edebildiği bir alanmış. Zaten anlamı da "tüm zamanların tapınağı" olarak geçiyor.


Villa Borghese ve Borghese Bahçeleri ise sonsuz bir yeşillik sunuyor ve bolca huzur veriyor. Burada yapılacak en keyifli aktivite yürüyerek dolaşmaktan ziyade golf arabası veya bisiklet kiralayıp yeşilliklerin arasında gezinmek.

Alışveriş için en ünlü ve merkezi cadde Via del Corso. Popolo Meydanı'ndan başlıyor ve devam ediyor. Hem gezmesi keyifli hem de her bütçeye göre mağaza bulunuyor.

Meydan olarak Navona'yla ilgili Roma'nın en güzel meydanı vs gibi şeyler okumuştum gitmeden önce ama açıkçası bize pek beklediğimiz gibi gelmedi. Restoranlar ve kafelerden oluşan, mağazaların olduğu sıradan bir meydan. Bana göre İtalya'nın en güzel meydanı Venedik'teki San Marco meydanı.

Başka bir görülesi bölge farklı tarzıyla Trastevere olabilir. Burada sokaklarda kaybolarak dolaşmak, sonra kafelerden birinde oturup bir şeyler içmek en keyiflisi. 


İtalya böyle yazarak özetlenecek, gezdim bitti denilecek bir ülke değil. Her gidişinde bir sonraki için daha şiddetli bir gitme, görme, keşfetme arzusu oluşturan büyülü bir yer...